Medeniyet (Uygarlık)
Kaykısız SHANAZAROV (MAMER Akademik Kurul Üyesi)

Medeniyet, Arapça’da “şehir” anlamına gelen ve müdûn köküne dayanan medîne isminden türediği; Osmanlı Türkçesi’nde türetilen medeniyyet kelimesinin de kök itibariyle “yönetmek” (es-siyâse) ve “mâlik olmak” anlamları da bulunan deyn (dîn) masdarıyla ilişkili olduğu da ileri sürülmüştür. Medenî (medeniyye) ve medînî ise “şehre mensup olan, şehirli” manasına gelmektedir. (Lisânü’l-Arab, “mdn”, “dyn” md.leri)

Uygarlık veya medeniyet, bir ülke veya toplumun, maddi ve manevi varlıklarının, düşünce, sanat, bilim, teknoloji ürünlerinin tamamını ifade eder.

Uygarlığın doğuşuna ve yükselişine Çin’den Uygur ve Orta Asya Türklerine; Hindistan’dan ve Mezopotamya medeniyetinden eski Mısır medeniyetine; Ege kıyılarındaki antik çağ sitelerinden Roma’ya; Batı Avrupa’da aydınlanma çağını yaratan, sanayi inkılabını gerçekleştiren milletlere ve nihayet Amerika ve Uzak Doğu’daki Japonlar’a kadar, tarih boyunca sayılamayacak kadar çok ülkenin ve ulusun katkısı olmuştur ve olmaya da devam etmektedir.

Medeniyet ilk defa Müslümanlar tarafından bir bilimin konusu haline getirilmiştir. Bunu ilk yapan da Farabi olmuştur. Tabi o felsefi bir perspektiften meseleyi el almıştır ve daha çok medeniyetin nasıl olması gerektiği hususu üzerinde durmuştur. Kendisi aynı zamanda el- İlmü’l Medeni, gibi bir ilim tesis etmiştir.

Filozofun hareket noktası insanın tek başına karşılayamayacağı ihtiyaçlarını dayanışma, yardımlaşma ve iş bölümü çerçevesinde gidermesi ve kendi türüne özgü yetkinliklere ulaşması için toplumsal bir hayat (ictimâ‘) oluşturma zorunluluğudur.

Şehir (medine), millet (ümmet) ve milletler topluluğu (ma‘mûre) tarzında örgütlenen toplumlar insana has yetkinliklerin gerçekleşmesini temin edecek yeterliliktedir. Şehirler birleşip milleti, milletler birleşip milletler topluluğunu teşkil eder. Köy, mahalle, sokak ve aile şeklindeki topluluklar, insan türü için gerekli iyilik ve yetkinliklerin kazanılacağı bir ortam hazırlayamaz ve ancak medinenin temel dokusunu oluşturma bakımından anlam taşır.

İş birliği ve iş bölümünü sağlamak üzere bir toplum meydana getiren insanlar kendilerince tanımladıkları bir mutluluğa ulaşmayı amaç edinirler. Gerçek anlamdaki mutluluğu amaçlayan toplumların sosyopolitik hayatı hangi ölçekte olursa olsun erdemli olarak anılmalıdır; çünkü erdem mutluluğa gerçek anlamını veren değerdir. (el-Medînetü’l-fâżıla, s. 116-117

Filozofun hareket noktası insanın tek başına karşılayamayacağı ihtiyaçlarını dayanışma, yardımlaşma ve iş bölümü çerçevesinde gidermesi ve kendi türüne özgü yetkinliklere ulaşması için toplumsal bir hayat (ictimâ‘) oluşturma zorunluluğudur.

Şehir (medine), millet (ümmet) ve milletler topluluğu (ma‘mûre) tarzında örgütlenen toplumlar insana has yetkinliklerin gerçekleşmesini temin edecek yeterliliktedir. Şehirler birleşip milleti, milletler birleşip milletler topluluğunu teşkil eder. Köy, mahalle, sokak ve aile şeklindeki topluluklar, insan türü için gerekli iyilik ve yetkinliklerin kazanılacağı bir ortam hazırlayamaz ve ancak medinenin temel dokusunu oluşturma bakımından anlam taşır.

İş birliği ve iş bölümünü sağlamak üzere bir toplum meydana getiren insanlar kendilerince tanımladıkları bir mutluluğa ulaşmayı amaç edinirler. Gerçek anlamdaki mutluluğu amaçlayan toplumların sosyopolitik hayatı hangi ölçekte olursa olsun erdemli olarak anılmalıdır; çünkü erdem mutluluğa gerçek anlamını veren değerdir. (el-Medînetü’l-fâżıla, s. 116-117)

Fârâbî’nin siyaset felsefesinde medine, söz konusu yetkinlik ve iyiliklerin gerçekleştiği en küçük organik toplumsal yapı olarak ele alınırken bu toplumu oluşturan fertlerin sahip olduğu dünya görüşü, mutluluk ve erdem fikri medinenin değerler sistemini meydana getirir. Bu değerler sistemi metafizikten kozmolojiye, kozmolojiden ahlâk ve siyasete uzanan görüş ve uygulamaların yönlendirici ilkesini oluşturur. Aynı bağlamda Fârâbî dikkatini özellikle medinenin kurucu başkanı (er-reîsü’l-evvel sallahu aleyhi vessellem) üzerinde yoğunlaştırmaktadır.Eğer bir şehrin ahalisi tarafından benimsenen ve kuşaklar boyu izlenen dünya görüşü vahiy alan bir kurucu başkan tarafından şekillendirilmişse bu şehir erdemli şehir (el-medînetü’l-fâzıla) adını alacaktır. Aynı durum millet ve milletler topluluğu için de geçerlidir. Böyle olmayan şehirlerin benimsediği mutluluk ve iyilik tasavvurları onları bilgi ve ahlâkın erdeminden uzaklaştırmış olduğundan topyekün erdemli şehrin zıtları olarak adlandırılmalıdır. (el-Medînetü’l-fâżıla, s. 125, 127, 131 vd.)

Bu yaklaşımıyla filozof sosyopolitik (medenî) hayatı açık bir biçimde değer yüklü kabul etmekte ve ayırıcı ölçütü erdem olarak belirlemektedir. Bilgiyi merkeze alan aklî erdemlerle doğru davranışı esas alan ahlâkî erdemler, bir teori-pratik bütünlüğü içinde gerçek mutluluğa ulaştıracak değerler sistemini oluşturur. Medenî hayatın şartlarını konu edinen sosyopolitik bilim (el-ilmü’l-medenî) bu sebeple dinî hayat hakkındaki ilimler olan kelâm ve fıkhı da içermektedir. (İhsaü’l-ulûm, s. 130-138)

Daha sonra İbn Haldun bu konuyu ele alıyor. Medeniyetin teorisini geliştirmeye çalışıyor, kendinden önceki birikimden istifade ederek bunu daha bir güzel sistemli hale getiryor. Bunu ilmü’l ümran diye isimlendiriyor. İbn Haldun “ümran” deyince, içtima-i beşeriyi ve medeniyeti kastediyor. Bu üç kelimenin eşlik  anlamlı olduğunu anlatyor. Buradan ne anlamamız lazım ? İbn Haldun’a ve diğer düşünürlerimize göre medeniyet eşit bir toplum ön görür. Bunu da ümran kelimesinin sözlük anlamı açıklıyor. ‘Civilization’ kelimesi ise 200-300 yıl önce çıkan bir kelimedir daha doğrusu ümran kelimesinin tercümesidir (yada hadara –şehirli). Burada bir şeyi açıklamamız lazım: biz medeniyet kavramını batıdan almadık, onlar bizden tercüme ettiler. Ama 200-300 yıllık bir yanlış anlaşılma var. Sanki medeniyet kelimesini biz Batı’daki civilization kelimesinin tercümesi olarak almışız. Tarihe baktığımızda bunun gerçek olmadığını görürüz.

Açık Medeniyet:

Evet bu arada eski Hind, Asur, Mısır, Yunan ve Roma medeniyetleri, putperest toplumların dünyâ hayat anlayışlarının bir görünüşüdür. Bu toplumlarda birçok tanrıya inanılır, bu tanrılar insan gibi düşünülür, heykelleri yapılır, tapınaklarda onlara tapınılır ve saçma sapan birçok şeye inanılır, bâzı insanlara bilhassa krallara (Firavun, Nemrud, Promethe, Afrodit vs. gibi) hulûl ettiklerinden bu krallar yarı tanrı kabul edilirdi. Buna göre şekillenen günlük hayatta, insanlar: Asiller, aristokratlar, plepler, köylüler, köleler ve çeşitli isimler altında sınıflandırılır; hâkim sınıflar diğerlerini dînî, ekonomik ve beşerî bakımından sömürürler ve zulmederlerdi. Bu farklılık öldükten sonra mezarda da kendini gösterir; üstün sınıflar için piramitler, kral mezarları gibi büyük mezarlar yapılırdı. Çoğunda kadınlar ikinci sınıf insan muâmelesi görür ve bâzılarında orta malı şeklinde düşünülürdü. Bu medeniyetlere kapalı medeniyet denilir çünkü Batı medeniyeti evrimci bir yaklaşıma sahiptir. Sadece kendi hayat tarzını medeni olarak kabul eder. Açık medeniyette böyle bir şey yoktur. Bu yüzden Batı medeniyeti kapalıdır. Batı’da bunu kırmak isteyenler vardır ancak işleri çok zordur. Bu çabanın önünde çok ciddi meydan okumalar durmaktadır. Bu çabanın Batı’da teolojisi yok, felsefesi yok; siyasi, hukuki, ahlaki temelleri yoktur. Batı’nın kapalı medeniyet anlayışı diğer medeniyetlerini zorla yok ederek kendi tarz hayatına sokmak istemektedir.

Açık medeniyetin birkaç anlamı vardır; birincisi, çoğulcu bir yaklaşımı benimseyen medeniyet demektir. Osmanlı’da bunu görebiliriz hatta Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) döneminden beri açık medeniyetin var olduğunu söyleyebiliriz. Medine’de İslam dışı dinleri dışlanmamıştır. Onlarla beraber, anlaşarak Medine’de bir konsensüs devleti kurulmuş, aslında bir devrim gerçekleştirmiştir. Peygamberimizden önce böyle konsensüse dayalı, çoğulcu bir toplum ve devlet söz konusu değildir. Hele ki bunun yazılı hale getirilmesi hiç söz konusu değildir. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) esasında devleti devlet yapan kişidir. Zira “ademiyet temelli” bir devlet geliştirmiştir. Bunun da temelinde ademiyet temelli bir fıkıh anlayışı vadır. Bu siyaseti, hukuku, ahlakı içeren; sosyolojik yapıyı içeren ademiyet merkezli bir fıkıh anlayışıdır. Açık medeniyetin de esasında özü budur. Bu yüzden İslam medeniyeti, fıkıh medeniyetidir. Fıkıh; ademiyetin, evrensel insanın hak ve sorumluluklarını ortaya koyar. Vatandaşlık değil ademiyettir tüm bunların özü. Gerçi Şafii mezhebinde vatandaşlık diye ortaya konur ama Hanefi mezhebine ve diğer mezheplere göre ademiyet bir kişinin hukuki kişilik sahibi olmasının temelini teşkil eder. Bu açıdan bakınca açık medeniyetin temeli görülmüş olur. Burada amaç, evrenseli yani bütün insanlığı korumaya çalışmaktır. “Nizam-ı alem” de budur zaten… Herkes Müslüman olsun hedefi yoktur bu nizamda. Alemden maksat toplumdur. Bu yaklaşıma göre İslam hak dindir ama tek din değildir, öbür inançların mensuplarına da hürriyet verilir.

Alimlerimiz de bu durumu şöyle anlatır: İslam’ın amacı, Allah’ın beşeriyeti yaratmadaki hikmetini tahakkuk ettirmektir. Allah beşeriyeti niçin yaratmıştır? İmtihan için! Nasıl gerçekleşir bu? İnsanlar özgür ve dokunulmaz olup kendi tercihlerini yapabildikleri zaman bu imtihan gerçekleşmiş olur. Zorlama ile imtihan olmaz. Dolayısıyla İslam siyasetinin, hukukunun, ahlakının, dininin amacı o imtihan maksadını gerçekleştirmektir. Bu da o hürriyeti sağlamakla olur. Öbürlerine de zorlama yapmadan hakikati gösterme imkanıolur.. Velhasıl insanları zorlamayı değil, gerçek bir imtihan ortamının tesisini sağlamayı temel alır açık medeniyet. Müslümanlar Medine’den Osmanlı’nın yıkılışına kadar bunun örneklerini vermiştir. Endülüs ilginç bir örnektir. Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlarla beraber yaşamışladır. Daha ilginç bir örnek olarak Hindistan gösterilebilir: Müslümanlar, Hindu ve Budistlerle yaşamış hatta onları idare etmişlerdir. Budist ve Hindular ehli kitap değildir. Farklı bir itikata sahiplerdir. Müslümanlar onlara ehli kitaba verilen hakları veriyor. Bunun sebebi “Ademiyet prensibi”nden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar insana “insan olduğu için”e bu hürriyetleri vermişlerdir. Hindistan örneği aslında bugünkü İslamofobi tezlerini boşa çıkaracak bir kanıttır.
Ayrıca müslümanlar arasında farklı tarikat ve mezhepler de bulunmaktadır. İslam kendi içinde de çeşitliliği tesis etmiştir. Kendi içinde de totaliter ve tek tipçi değildir.
Bir diğer yönüyle, İslam medeniyeti kendinden önceki medeniyetlerin kültür mirasını yok etmemiştir. İran, Hint, Mısır, Babil, Yunan vs. hepsinden faydalanmıştır. Bunların hepsi açık medeniyet anlayışının farklı yönleridir.

Burada bilmemiz gereken bir husus daha vardır: “İslam medeniyeti açık medeniyettir” denilirken bu, Batıcılara ve DAEŞ gibi kapalı bir İslam anlayışına sahip olan güruhlara, alternatif bir teklif olarak söylenmektedir. Doğulular, “kendi medeniyetimizi bırakalım ve onların yerine gidelim, Batı medeniyetinde kiracı olarak yaşayalım” demektedirler. Diğer bazı gruplar, “özellikle Vahhabi hareketler ve bu fikre yakın olanlar” ise: “biz hiç kimse ile alış-veriş, gidiş-geliş yapmayalım kimseyle temasımız olmasın, kendimiz kendimize yeterliyiz!“ demektedirler.

Açık medeniyet ise şunu önerir: “Biz kendi devletimizde, medeniyetimizde yaşayalım. Bizim medeniyetimizde herkese açık olacak şekilde alış veriş yaparız, gelen misafirlere “buyurun gelin” deriz… Ancak şunu da unutmayalım ki açık medeniyetimizde de sınırlar vardır. İslamda insan haklarına aykırı bir şeye müsaade edilmez. Misal olarak, Mısır’da Nil’e her sene bir bakire kızın atılması veya Hindistan’da kadını kocası ile beraber yakılmasına müsaade edilmez. Açık medeniyette ahlak, hukuk, kanun, insaniyet ve adalet vardır. Bu medeniyeti oluşturan “Fıkıh anlayışının temelinde de İslam geleneğindeki çok katmanlı bir varlık, bilgi, hakikat, metod anlayışı vardır.
——————————————————————————————-

1) http://akademiye.org/tr/?p=299

2)https://www.forumlordum.com/bunlari-biliyor-musunuz/124718-medeniyet-nedir-kisaca.html

3)http://www.filozof.net/Turkce/tarih/medeniyetler-tarihi/7909-medeniyet-ve-uygarlik-nedir-anlami-tanimi.html

4) https://sorularlaislamiyet.com/medeniyet-nedir

5) http://www.adaletedavet.com/medeniyet-kavrami-nedir/

6) Açık Medeniyet , Prof. Dr. Recep Şentürk

 

 

Alakalı